23 Ocak 2013 Çarşamba

LOKANDA PESKARIJA DUBROVNIK

Kurban Bayram'ında bir Türk geleneği olarak Dubrovnik'teydik. Uzun süredir siteye giremeyince bu yazı 3 ay sonraya kaldı. Geç olsun güç olmasın.

Dubrovnik anlatılanlar kadar güzelmiş gerçekten. Sırp bombardımanına inat yeniden ayağa kalkıp açık hava müzesi. Mutfağı ise Akdeniz mutfağı. Deniz mahsulleri, zeytinyağı, pizza ve makarna çeşitlerinin en iyi örneklerini bulmak mümkün.

Lokanda Peskarija limanda denize sıfır harika bir mekan. Teklifsiz, samimi ve uygun fiyatlı. Muhteşem deniz ürünleri yapıyorlar. Balığın çiftliğini zinhar ağzıma koymam ancak midye ve karides çiftlikleri ile dolu Hırvatistan'da lezzet sorunu yaşamadım.

Lokanda'da kocaman tencerelerde midye, kalamar, karides gibi deniz ürünleri yapıyorlar, bir de deniz mahsullü risotto yapıyorlar ki risotto sevmeyen ben bile bayıldım. 3 gün boyunca karides, kalamar ve midye yemekten son gün alerjiden kızardım sonunda.

Yolu Dubrovnik'e düşenler, ki her Türk Dubrovnik'i görecektir, burayı sakın kaçırmasın. Şarapla pişen midyeye limonu sıkıp sıkıp yemenin tadına varın zira tadımlık değil doyumluk, bir tencere. Jumbo karidesler sulu sulu ve belli belirsiz karides tadını bastırmayan bir sos ile geliyor, özellikle kafasını hüplete hüplete yemenin tadını anlatmak zor. Yanında güzel Hırvat şaraplarını sakın es geçmeyin, özellikle Dubrovnik'in yerel şaraplarını beyaz için öneriyorum. Bir akşam da yerel bira ile kalamar deneyin, o da kaçırılmaması gereken bir lezzet.

1 tencere midye ya da karides 10 avro, bizde olsa 5 katına zor yersin. Ucuz bulup benim gibi abanmayın, EAT RESPONSIBLY yazıyorum ama kendim uygulayamıyorum.

 yine de EAT RESPONSIBLY

OYMAAĞAÇ KEBABI VEZİRKÖPRÜ

Teknoloji özürlü bir insanın teknoloji ile mücadelesi sonucu senede bir yazı yazabiliyorum. Buna rağmen Mayıstan bu yana blogdaki eski yazılarımı 100.000 kişinin görüntülediğini görünce azimle girmeyi başardım. Bir daha ne zaman girerim bir fikrim yok. Bekleyen yazı sayısı ise en az 20.


Güzel bir Eylül günü mecburen bulunduğumuz Samsun Vezirköprü’de Oymaağaç kebabı yemek için yollara düştük. Dar bir yoldan 5 kilometre gidilerek ulaşılan bir köy burası. Çevirme kuzusu meşhurmuş, en meşhuru da Hacı Dayı isimli bir vatandaş.

Hacı Dayı dediğimiz mekan, lokanta filan değil yanlış anlaşılma olmasın. Hacı Ağbi evinin önüne bir masa koymuş upuzun, yanına bir semaver ve 10 tane sandalye, bu kadar. Evin altındaki odayı da çevirme için ayarlamış, üst üste 3-4 tane kuzuyu aynı anda çevirme yapabiliyor.
Girdiğimizde bizi, tombik bulduğu beni özellikle, hemen kendisinin cehennem dediği çevirme odasına soktu, elimize bir köy ekmeği verdi, et hazır olmadan önce şu yağa tirit banın dedi. Arkadaşım neden zararlı herşey böyle lezzetli olmak zorunda. Sonra kolesterol 260 oldu, olur tabi.

Ardından kağıt üzerinde kebap geliyor, lokum kıvamında, hayvanların ufaklığından belliydi zaten böyle bir lezzet patlaması yaşayacağımız. 4 yaşındaki oğlum bile bayılıyor ete, lokum yer gibi götürüyor etleri. Yanında Hacı’nın kırarark verdiği soğan, yandaki bahçeden o anda koparılan taptaze biber ve domates, bu kadar. Lezzeti o kadar meşhur olmuş ki Ankara’dan gelen var, inanması zor.

Fiyatı yazacağım ama inandırıcılığımı kaybetmekten korkuyorum. 5 kişilik kebap 50 lira. Üstüne de bir semaver çay.

Yolunuz düşer mi bilemem, İstanbul’dan Samsun'a giderken Havza’dan Vezirköprü’ye sapacaksınız. Nasıl bir yolsa artık, düşerse uğrayın sonra da gölde gezinti yaparsınız.

EAT RESPONSIBLY. (Türkçesi bütün kuzuyu yemeğe kalkmayın)